ALP CAN

Asıl işi ‘doku ve hücre bilimi’ olan, “kök hücre” çalışmalarıyla tıp dünyasında ses getirmiş bir isim Prof. Dr. Alp Can ama  fotoğraf tutkunları onu daha çok su altında çektiği fotoğraflarından tanıyor.  Su altı ve fotoğraf hep hayatında var ama ikisinin bir araya gelmesi 1996 yılında kiraladığı bir kamera ile Saroz Körfezi’nde başlıyor. Su altı fotoğrafçılığına olan tutkusunu, denizdeki hayatı anlama çabasıyla ilişkilendiren Dr. Can, ” Fotoğraflanan karelerde yer alan canlı-cansız varlıklar uzun soluklu bir serüvenin parçası oluyorlar.” diyor. 

 Su altı ile tanışmanızı anlatır mısınız?

Su altını ilk kez dört yaşındayken boğulma tehlikesi atlattığımda gördüm diye hatırlıyorum.  8-9 yaşlarındayken, yaz aylarında ailecek gittiğimiz yaz kamplarında denizde yapılan yarışmalar aklıma geliyor. Yoğurt kabıyla şeffaf karidesleri toplardık. İki dakikada en çok karidesi toplayan kazanırdı. 10 yaşındayken Antalya’daki Karpuzkaldıran Askeri Kampında bir ağabeyimizin zıpkınla balık avladığını görmüş ve arkasından onu izlemiştim. İlk paletlerim babamın 1960’lı yılların başlarında kullandığı yeşil kauçuk paletlerdi.

14-16 yaşlarında Ayvalık’taki kampta ilk kez su altında ahtapot görmüş ama pek bir şeye benzetememiştim. 16 yaşındayken Datça-Aktur’da bir yazlık evimiz oldu. Denize sadece beş metre uzaklıkta olmanın çekiciliği sayesinde bu evde geçen 35 yıl benim su altıyla ilgili serüvenimin şekillendiricisi olmuştur. 1970’li yılların sonuna karşılık gelen bu dönemde başlayan deniz canlılarını önce avlama ve gözleme; sonrasında fotoğraflama süreci boyunca o kadar çok olaya tanık oldum ki, bugün dünyanın bir başka ucunda dalarken o anları anımsıyorum tekrar tekrar. O yıllar bana eşsiz deneyimler kazandırmış olmalı.

İLK SERGİMİ, 2 BİN YILINDA AÇTIM”

 Su altı fotoğrafçılığı maceranız ne zaman başladı?

Aletli dalışlara başlamam 1991 yılında gerçekleşti. Ankara’da uzun ve yoğun bir eğitim aldık. Eğitmenimiz emekli bir SAS komandosuydu. Dalışsız geçen iki yıllık yurt dışı görevinden sonra 1995 yılında tekrar dalışlara başladım. Açık deniz dalıcı brövesiyle yapmış olduğum dalışlardan birisinde Saroz Körfezi batıklarına gitmiştik. Elim boş olarak daldığım ilk dalıştan sonraki ikinci dalışta bir kamera kiraladım. Böylece ilk su altı fotoğrafları (Aquagraphs) ortaya çıktı. Film üzerine kaydedilen bu karelerin tarihi 1996 idi. Eve döner dönmez yıkatıp baktığım film şeridinden çok hoşlandım. Hemen aynı kameradan bir tane edindim. Çevremdeki deneyimli fotoğrafçılar, Nikonos, Nikon, Canon gibi daha gelişmiş makinelerle dalıyorlardı. Bense sadece bas-çek bir makineyle, bol miktarda netleme hatasıyla çekimler yapıyordum. Bu makineyle o kadar çok zaman harcadım ki, 3-4 yıl içinde 4-5 bin Aquagraph’ım oldu. Sonuçlardan cesaretlenip ilk sergimi Haziran 2000’de açtım. Sergiye gelen birkaç dalıcı arkadaşımdan almış olduğum yüreklendirici geri bildirimler beni daha iyi bir makine almaya yönlendirdi.

Su altı fotoğrafçılığının bir sonraki aşaması bir SLR kamera-kılıf sistemine geçmekle başlıyor. 2001 yılında Nikon F80 makine ve buna uygun kılıf sistemini kullanmaya başladım. İlk kez hareketli ve şiddeti ayarlanabilir flaşım oldu. TTL çekimin tadına da ilk kez bu makinede baktım. Film teknolojisinde en iyi sonucu veren ürünler pozitif filmler (dia) idi, ancak her dalıştan sonra filmleri tarayıp fotoğrafları bilgisayarda izlemek zamanla zor gelmeye başladı. Bilgisayarda fotoğraf işleme olanaklarının arttığı o yıllarda yavaş yavaş dijital SLR makinelerin su altında kullanımı konuşuluyordu. Ben yine fazla beklemeden ilk dijital su altı kameram olan Fujifilm S2Pro ve buna uygun kılıf sistemi aldım. Bu kamerayla çektiğim Aquagraph sayısında bir patlama oldu. Dalmak için ilk kez yurt dışına çıkışım da bu kameraya rastlar. 2006 yılına kadar binlerce fotoğraf çektim. Ardından Nikon D200 (2006), Nikon D300 (2008), Nikon D600 (2013) ve son olarak Nikon D850 (2018) geldiler. Kuşkusuz, gelişmeleri sadece kamera ve kılıf sisteminde değil, flaş ve diğer elektronik sistemlerde de gerçekleştirdim.

İLK SERGİMİ, 2 BİN YILINDA AÇTIM”

 Su altı fotoğrafçılığı maceranız ne zaman başladı?

Aletli dalışlara başlamam 1991 yılında gerçekleşti. Ankara’da uzun ve yoğun bir eğitim aldık. Eğitmenimiz emekli bir SAS komandosuydu. Dalışsız geçen iki yıllık yurt dışı görevinden sonra 1995 yılında tekrar dalışlara başladım. Açık deniz dalıcı brövesiyle yapmış olduğum dalışlardan birisinde Saroz Körfezi batıklarına gitmiştik. Elim boş olarak daldığım ilk dalıştan sonraki ikinci dalışta bir kamera kiraladım. Böylece ilk su altı fotoğrafları (Aquagraphs) ortaya çıktı. Film üzerine kaydedilen bu karelerin tarihi 1996 idi. Eve döner dönmez yıkatıp baktığım film şeridinden çok hoşlandım. Hemen aynı kameradan bir tane edindim. Çevremdeki deneyimli fotoğrafçılar, Nikonos, Nikon, Canon gibi daha gelişmiş makinelerle dalıyorlardı. Bense sadece bas-çek bir makineyle, bol miktarda netleme hatasıyla çekimler yapıyordum. Bu makineyle o kadar çok zaman harcadım ki, 3-4 yıl içinde 4-5 bin Aquagraph’ım oldu. Sonuçlardan cesaretlenip ilk sergimi Haziran 2000’de açtım. Sergiye gelen birkaç dalıcı arkadaşımdan almış olduğum yüreklendirici geri bildirimler beni daha iyi bir makine almaya yönlendirdi.

Su altı fotoğrafçılığının bir sonraki aşaması bir SLR kamera-kılıf sistemine geçmekle başlıyor. 2001 yılında Nikon F80 makine ve buna uygun kılıf sistemini kullanmaya başladım. İlk kez hareketli ve şiddeti ayarlanabilir flaşım oldu. TTL çekimin tadına da ilk kez bu makinede baktım. Film teknolojisinde en iyi sonucu veren ürünler pozitif filmler (dia) idi, ancak her dalıştan sonra filmleri tarayıp fotoğrafları bilgisayarda izlemek zamanla zor gelmeye başladı. Bilgisayarda fotoğraf işleme olanaklarının arttığı o yıllarda yavaş yavaş dijital SLR makinelerin su altında kullanımı konuşuluyordu. Ben yine fazla beklemeden ilk dijital su altı kameram olan Fujifilm S2Pro ve buna uygun kılıf sistemi aldım. Bu kamerayla çektiğim Aquagraph sayısında bir patlama oldu. Dalmak için ilk kez yurt dışına çıkışım da bu kameraya rastlar. 2006 yılına kadar binlerce fotoğraf çektim. Ardından Nikon D200 (2006), Nikon D300 (2008), Nikon D600 (2013) ve son olarak Nikon D850 (2018) geldiler. Kuşkusuz, gelişmeleri sadece kamera ve kılıf sisteminde değil, flaş ve diğer elektronik sistemlerde de gerçekleştirdim.

DALIŞA HAZIRLIKSIZ GİDEN VAR MI?

Su altında yüzmek olarak da adlandırılabilecek olan aletli dalış hemen tüm dünyada bir eğitim süresinden başarıyla geçmeyi gerektiriyor. Ülkemizde yüz binin üzerinde dalış belgesi alan kişi olmasına karşın bu etkinliği düzenli olarak yapan kişi sayısı birkaç bini geçmiyor. Dalış gezileri, ön hazırlık gerekir. Dalıcının malzemelerini eksiksiz olarak bir araya getirmesi ve çantasına yerleştirmesi dalış bölgesinde yaşanacak olan problemleri en aza indirir. Kısa süreli ilaç kullanımları hoş görülebilir, ancak ağır bir hastalığın hemen ardından veya kronik bir hastalığın alevlendiği bir dönemde dalış yapmak uygun olmaz. Dalış, tek başına yapılan bir gezi türü olmadığı için dalış eşiniz de en az sizin kadar özenli olmak zorundadır. Su altında fotoğraf ve video çekecekler için hazırlık süreci daha fazla teknik ayrıntı içerir.

“İLK SERGİMİ, 2 BİN YILINDA AÇTIM”

 Su altı fotoğrafçılığı maceranız ne zaman başladı?

Aletli dalışlara başlamam 1991 yılında gerçekleşti. Ankara’da uzun ve yoğun bir eğitim aldık. Eğitmenimiz emekli bir SAS komandosuydu. Dalışsız geçen iki yıllık yurt dışı görevinden sonra 1995 yılında tekrar dalışlara başladım. Açık deniz dalıcı brövesiyle yapmış olduğum dalışlardan birisinde Saroz Körfezi batıklarına gitmiştik. Elim boş olarak daldığım ilk dalıştan sonraki ikinci dalışta bir kamera kiraladım. Böylece ilk su altı fotoğrafları (Aquagraphs) ortaya çıktı. Film üzerine kaydedilen bu karelerin tarihi 1996 idi. Eve döner dönmez yıkatıp baktığım film şeridinden çok hoşlandım. Hemen aynı kameradan bir tane edindim. Çevremdeki deneyimli fotoğrafçılar, Nikonos, Nikon, Canon gibi daha gelişmiş makinelerle dalıyorlardı. Bense sadece bas-çek bir makineyle, bol miktarda netleme hatasıyla çekimler yapıyordum. Bu makineyle o kadar çok zaman harcadım ki, 3-4 yıl içinde 4-5 bin Aquagraph’ım oldu. Sonuçlardan cesaretlenip ilk sergimi Haziran 2000’de açtım. Sergiye gelen birkaç dalıcı arkadaşımdan almış olduğum yüreklendirici geri bildirimler beni daha iyi bir makine almaya yönlendirdi.

Su altı fotoğrafçılığının bir sonraki aşaması bir SLR kamera-kılıf sistemine geçmekle başlıyor. 2001 yılında Nikon F80 makine ve buna uygun kılıf sistemini kullanmaya başladım. İlk kez hareketli ve şiddeti ayarlanabilir flaşım oldu. TTL çekimin tadına da ilk kez bu makinede baktım. Film teknolojisinde en iyi sonucu veren ürünler pozitif filmler (dia) idi, ancak her dalıştan sonra filmleri tarayıp fotoğrafları bilgisayarda izlemek zamanla zor gelmeye başladı. Bilgisayarda fotoğraf işleme olanaklarının arttığı o yıllarda yavaş yavaş dijital SLR makinelerin su altında kullanımı konuşuluyordu. Ben yine fazla beklemeden ilk dijital su altı kameram olan Fujifilm S2Pro ve buna uygun kılıf sistemi aldım. Bu kamerayla çektiğim Aquagraph sayısında bir patlama oldu. Dalmak için ilk kez yurt dışına çıkışım da bu kameraya rastlar. 2006 yılına kadar binlerce fotoğraf çektim. Ardından Nikon D200 (2006), Nikon D300 (2008), Nikon D600 (2013) ve son olarak Nikon D850 (2018) geldiler. Kuşkusuz, gelişmeleri sadece kamera ve kılıf sisteminde değil, flaş ve diğer elektronik sistemlerde de gerçekleştirdim.

DALIŞ VE FOTOĞRAF MALZEMELERİ EN BÜYÜK YÜKÜMÜZ…

Temelde maske, palet, elbise, denge yeleği (BCD), regülatör, dalış bilgisayarı, eldiven ve patikten oluşan dalış malzemelerinin her biri farklı bir hazırlık gerektirir. En iyisi bir dalıcının tüm malzemelere (dalış tankı ve ağırlıklar dışında) sahip olması ve hatta bunları bir süreyle denemiş ve sorunsuz olarak kullanıyor olmasıdır. Yaklaşık 45 dakika ila 1 saat arasında süren bir dalışın konforlu biçimde sürdürülebilmesinin en temel kuralı budur.

Bir dalış gezisi öncesindeki fotoğraf malzemelerinin hazırlığı, ne ölçüde karmaşık olduklarıyla ilgilidir. Amfibik kameralar ve kompakt flaşlarda gözden geçirilecek olanlar su geçirmezliği sağlayan contalar, piller, hafıza kartları, bağlantı soketleri ve kablolardan ibarettir. Daha karmaşık olan SLR makinelerde yukarıdakilere farklı pil türleri, conta boyları, flaş kolları, çeşitli elektronik aygıtlar (TTL çevirici vb.), kılıf parçaları (portlar vb.), kamera parçaları (farklı objektifler vb.), ilave aydınlatmalar eklenir.

“YAŞAMIN HAKKINI VERİYORUM “GİBİ GELİYOR.

Su altı fotoğrafçılığı sizin için ne ifade ediyor?

Tıpkı doğa fotoğrafçılığının diğer alanlarında olduğu gibi su altı fotoğrafçılığı da kent yaşamı sürenler için bulunmaz sürprizlerle doludur. İnsanlık için değilse bile kendiniz için “ilkler”le karşılaşma olasılığınız çok yüksek. Peşinden koşulası tutkuyu bu oluşturuyor olsa gerek. Sanki “yaşamın hakkını veriyorum” gibi geliyor bana. Günlük yaşamda neredeyse tüm adımlarımızı, alışılmış ve bildik yerlerde, bildik şeyleri yaparak atmaya çalışıyoruz. Bir süre sonra “otopilot davranışlar” nedeniyle yaşadığımız yerlere alışıyoruz. Çünkü kolay, çünkü rahat ve telaşsız, sadece bilinenlerle dolu. İçerisinde hiçbir maceraya ve yeniliğe yer yok. Günümüz modern insanın tam da istediği bu değil mi?

Denizdeki yaban hayatını anlamaya yönelik tutkum su altını fotoğraflamada beni motive eden en önemli unsur. Deniz canlılarının davranışlarını öğrenirken ekosistemle kurdukları ilişkileri de anlamaya çalışıyorum.

“Su altında neden fotoğraf çekiyorum?” sorusunu kendime sorduğumda bunun birkaç yanıtı şekilleniyor hemen zihnimde. Öncelikle fotoğraf çekerken su altı canlı-cansız yapısını daha iyi ve daha dikkatli gözlüyorum. Fotoğraflanacak ögeleri ararken sıradan bir dalgıcın gözden kaçırabileceği bir canlıyı, bir olayı veya bir kompozisyonu fark etmek daha kolay oluyor. İkinci sırada, su altında gördüklerimi su üstünde, daha yakından ve tekrar tekrar görmek ve göstermek isteği geliyor. Fotoğraflanan karelerde yer alan canlı-cansız varlıklar uzun soluklu bir serüvenin parçası oluyorlar. Örneğin daha önce görmediğiniz bir deniz tavşanını fotoğraflamış olmanın zevkini yaşıyorsunuz. Su altında fotoğraf çekmemin üçüncü önemli nedeniyse elde edilen görüntülerin başkalarının ilgisini çekmesi ve hatta bir “işe yaraması”.  Zaman zaman açtığım sergiler, web sitesi ve armağan ettiğim fotoğrafların dışında bana ulaşan yerli ve yabancı bilim insanları ve sivil kuruluşlara fotoğraf bağışlamaktan büyük keyif alıyorum. Bu da bana enerji veriyor; bir sonraki dalış gezisini planlamak için itici güç oluyor.

2005 yılında yayınlanan “Living The Sea” kitabından 11 yıl sonra benzer çapta hazırlamış olduğum “AQUAgraphs” tüm bu çabada geldiğim son nokta. Denizlerin hızla kirlendiği, canlı türlerinin giderek azaldığı ve hatta yok olduğu günümüzde, bu kitap sayesinde benden sonra dalacaklara estetik yönleri öne çıkan bir kılavuz eser bırakmak istedim. Umarım; istekli ellerde bu bayrak daha ilerilere taşınır. Belki, bundan 10 yıl sonra bir başka eserde yeni türlerle, yeni fotoğraflarla tamamlarız 21. yüzyılın ilk çeyreğini.

SU ALTI FOTOĞRAFININ KENDİNE ÖZGÜ YANLARI VAR

Diğer fotoğraf alanlarında olduğu gibi kuşkusuz, su altı fotoğraflarının da kendine özgü yanları ve tekniği var. Doğanın fotoğraflanması söz konusu olduğu için öncelikle doğa koşullarının izni önemli.

ALP CAN KİMDİR?

1963 Paris doğumlu olan Prof. Dr. Alp Can, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve bir fotoğraf tutkunu.

1990 yılında aletli dalıcılığa, 1996 yılında ise su altında fotoğraf çekmeye başladı. Bugüne kadar 16 kişisel sergi açtı ve dört karma sergiye katıldı. Ulusal ve uluslararası fotoğraf yarışmalarında ondan fazla ödül aldı; son olarak 2017’de Filipinler’de yapılan uluslararası şampiyonada balık portresi kategorisinde dünya dördüncüsü oldu. Fotoğraf yarışmalarında jüri üyeliği yaptı. Atlas, Sualtı Dünyası, Deniz Magazin, Yelken Dünyası ve Akvaryum dergilerinde fotoğrafçılık üzerine makaleler ve gezi notları yazdı. 1999 yılından bu yana Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Bilim Komitesi üyesi olan Dr. Can’ın, 2004 yılında sualtı fotoğraflarından oluşan “Living the Sea” isimli bir fotoğraf albümü, 2005 yılında “Türkiye Denizlerinin Dip Balıkları Atlası”, 2016 yılında ise”AQUAgraphs” ve “Suya Işıkla Yazılanlar” isimli kitapları yayınlandı.

Türkiye’de ve dünyanın çeşitli denizlerinde 2500’ün üzerinde dalış yapan, deniz canlılarının ekosistemle olan ilişkilerini inceleyen Prof. Dr. Can, halen Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi yönetim kurulu üyesi olup İzmir Urla yakınlarındaki Klazomenai su altı antik kazılarının fotoğraflama çalışmalarına katılmakta ve İzmir-Sığacık’ta bulunan TEOS Antik Kenti Limanındaki sualtı flora ve faunasının fotoğraflama çalışmalarını yürütmektedir. Hırvatistan’ın Dubrovnik kentindeki Doğa Tarihi Müzesi’nde Akdeniz balık faunasına ait kalıcı sergisi bulunan Dr. Can, aynı zamanda merkezi İspanya’da bulunan ve dünyanın en eski ve en büyük çevre örgütü olan Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN)’nin su altını fotoğraflama çalışmalarına danışmanlık yapmaktadır. Alp Can’ın fotoğraf portfolyosunu görmek ve türler hakkında bilgi almak için http://www.alpcan.com adresini ve aqua.graphs Instragram hesabı ziyaret edilebilir.