Medya kuruluşları ajanslardan besleniyor. Dünyanın en saygın kuruluşları da artık önemli olayların olduğu bölgeye foto muhabiri göndermek yerine ajanslardan fotoğraflar kullanmayı tercih ediyor. Bunları göz önüne aldığımızda foto muhabirliğin geleceğinin ajanslarda olduğunu görebiliriz…

İsmail Coşkun / İHA Foto Muhabiri

Röportaj: Derya Yetim

AİLEDEN GELEN TUTKU

Gazetecilik tutkum aileden geliyor. Fotoğraf bakmaya başladığımda henüz bir foto muhabiri değildim. Babam eve günde 3-4 gazete alırdı. Evimizde de gazetelerin verdiği bir çok kitap ve ansiklopedilerden oluşan kitaplık vardı o kitapların arasından fotoğraf kitaplarına bakıyordum, fotoğraflara daha çok ilgi duyardım. Görsel hafızamın büyük çoğunluğu baktığım fotoğraflar ile elde ettim. Kuzenim Abdullah Coşkun İstanbul’da çok iyi bir foto muhabiriydi. Dünyayı geziyor ve savaş bölgelerine gidiyordu. Onun yanında staj yaparak mesleğe başladım. Birçok fotoğraf kaynağı içeren web sitelerini, foto muhabirlerinin yaptığı çalışmaları izleyerek kendimi yetiştirdim. Usta gazetecilerin çektikleri fotoğraflardan etkilenerek, kendi tarzımı oluşturmak gibi amatör heveslere kapıldım. O amatör ruhu kaybetmeden, mesleğe başladığım ilk günkü gibi foto muhabirliğini devam ettiriyorum.

Çektiğim birçok fotoğrafım hem Türkiye, hem de dünyada yankı uyandırdı. Onlardan birisi de 15 Temmuz darbe girişimi sırasında çok konuşulan “Tankın altına yatan adam” fotoğrafıydı. Atatürk Havalimanı’nda makinem zaten gözümdeydi. Kenarda vizörden bakarken, birden halkın direnişi başladı. O noktada hiçbir şey düşünmüyordum. Olan bitenin gerçek olup olmadığını sorguladığım anlardan birisiydi. Geri dönüp o anda neler çektiğime bakarken, fotoğraf karesi oradaydı. Çeşitli açılardan defalarca çekmiştim.

GEZİ OLAYLARIYLA BAŞLAYAN KARİYER

Mesleğe başladığımın 1.’inci yılında Gezi olayları başlamıştı. Orada yaşanan olayları fotoğraflıyordum. Gazetecilik mesleğinin özellikle foto muhabirliğinin ne kadar yorucu ama bir o kadar da tutkuyla yapılan bir iş olduğunu o zaman daha iyi anladım. İlk önemli fotoğrafımı orada çekmiştim. Olayların başladığı gece sabaha kadar uyumamıştım, Taksim’deydim ve güneş doğmuştu. Kalabalık yavaş yavaş artmış insanlar her yerden çıkarak Taksim ve İstiklal Caddesi’ni dolduruyordu. Taksim’in birçok noktasında olaylar yaşanıyor gaz fişeklerinden göz gözü görmüyordu. İçgüdülerimi dinleyerek kalabalığın daha az olduğu Sıraselviler’e giden TOMA’yı takip etmiştim. TOMA’nın ilerleyişini durduran siyah kıyafetli kadın fotoğrafını da bu sayede çekmiştim. Doğru anda, doğru yerde bulunmak ya da tercihlerinizin sonucunu iyi takip etmek başarılı olmanızı sağlıyor.

 “O AN”ı HİSSEDİYORDUM

Fotoğraf çekerken sadece işimi yapmaya odaklanıyorum. Foto muhabirliğinde zamanlama ve motivasyon çok önemli. Fotoğraflamak istediğin şey konusunda samimi ve gerçek olmak gerekiyor. O an çektiğim karenin içerisine mümkün olduğunca girebilmeye odaklıyorum kendimi. Özellikle önemli bir işe gitmişsem yalnız olmaya çalışıyorum. Fotoğraf çekerken başka bir iş veya başka biriyle konuşup ilgilenmeyi tercih etmiyorum. Fotoğraf çekmek benim mesleğim ama başarı, o fotoğrafı yaşamak ve zevk almak, o heyecanı hissetmek. Bence bunlarla fotoğraf oluşuyor.

GELECEK AJANS FOTOĞRAFÇILIĞINDA

Haber ajanslarının olması çok önemli.  Birçok medya kuruluşu ajanslardan besleniyor. Basın kuruluşları, birer para kazanma işletmesi gibi görüldükçe bu iş tamamen ajanslara dönecek. Dünyada da durum farklı değil, dünyanın en saygın kuruluşları dahi artık önemli bir olayın olduğu bölgeye adam göndermek yerine ajansların fotoğraflarını kullanmayı tercih ediyor. Bundan dolayı gelecek ajans fotoğrafçılığında diyebiliriz.

İYİ BİR FOTOĞRAF KARESİ…

Gazetecilik mesleği sürekli mesai isteyen bir meslek. En boş anında bile gündemi takip ederek, güncel bir haberi okuyarak kendini mesai yaparken bulabiliyorsun. Plansız yaşamayı kabullenmek zor gibi görünse de sevdiğim bir işi yapıyorum daha ne isteyebilirim ki? Gündeme dair gelişmeleri, politikayı, kültürel ve siyasi gündemi yakından takip etmek gerekiyor. Ben de yabancı basından çekilen fotoğrafları günlük takip etmeye çalışıyorum. Çok fazla fotoğraf bakıyorum, iyi fotoğraf görmeyi seviyorum. İyi bir fotoğraf karesini görmek iyi bir film izlemek gibi. Öğrenmeye hiçbir zaman kendimi kapatmadım. Foto muhabirliğinin en çok bu yönünü seviyorum. Her zaman öğreneceğiniz yeni bir şey oluyor. Her gittiğim iş bana ayrı bir tecrübe kazandırıyor. En büyük öğrenme ise fotoğraflarını çektiğim, hikayelerini anlattığım insanların o an bana öğrettikleri. Zaman içerisinde bu iletişim şekli insanları daha iyi okumayı ve tanımayı sağlıyor. Ahlak ve etik kuralları benim temel prensiplerindendir.

DEĞİŞİME AYAK UYDURMALIYIZ

Teknoloji şu an çok gelişti ve dijitalleşme ile gazetecilik de ayrı bir boyut kazandı. Şu an iletişim yolları, internet, kullandığımız fotoğraf makineleri çok büyük değişim gösterdi. Filmli makinelerden dijital makinelere geçilen ‘Dijital Devrim’ dediğimiz 2000’li yıllarında başı gibi bir tarihteyiz şu an. Ben buna ‘sosyal medya teknoloji devrimi’ diyorum. Geleneği, yani gerçekliği, hayatı yaşananları anlatırken sadeliği koruyarak, bu değişime ayak uydurmalıyız. Çekilen bir kare fotoğraf insanlarla çok hızlı şekilde etkileşime geçebiliyor ve aynı zamanda çok hızlı şekilde tüketilerek eskiyebiliyor. Bu yüzden devamlı yeni şeyler üretmem gerektiğinin farkındayım.

  DUYGUSUZLAŞMAK DEĞİL, DUYGULANMAK

Gördüğüm olayların yaşadığım şeylerin beni duygusuzlaştırdığını düşünmüyorum. Aksine daha da duygu ve empati hissi ağır basabiliyor. Yakın zamanda Barış Pınarı Harekatı için Akçakale’ye gitmiştim. Terör örgütü YPG/PKK işgali altındaki bir bölgeden Akçakale’ye bir günde onlarca roket ve havan mermisi atıldı. İlk atılan roket kullanılmayan bir eve düşmüştü ben de onu çekmek için bölgeye gittiğimde ardından bulunduğum yere ikinci roket geldi. 3’ncu roket ise Suriyeli 3 ailenin yaşadığı bir eve isabet etti. Bende o sıra tam oradaydım ve yaşanılanları fotoğraflıyordum. Roket havadayken bir ses çıkıyor ıslık sesi gibi yavaş yavaş yakınlaştığında ses daha da artıyor benim kulağım bu sese karşı duyarlıydı. Ama o an farkettim ki, fotoğrafını çektiğim bu 3 kadının da kulağı daha önce bu sesi duymuş olmalıydı. Kadınlar bebeklerini kucağına alarak onları korumaya çalışıyordu. O an anladım ki bu kadınlar bu durumu daha önce kaç kez yaşamak zorunda kalmış olmalılar. İlçeyi bir anda araçlara atlayarak terk ettiler, o kaçışı daha önce kaç kez yaşamışlardı. Bazı anları diğerlerine göre daha net hatırlamamı sağlayan şey duygularımdır. Yaşadığım en unutulmayan şeyler de en duygusal olanları. Yani duygusuzlaşmak değil zamanla daha da duygusallaşmak.

CEZAEVİNDE BİR GÜN

2016 yılında Bakırköy Kadın Cezaevi’nde haber çalışması için bir gün geçirmiştim. Cezaevinde doğup gözlerini orada açan çocukların hayatlarına şahit olmuştum. Kendi seçimi olmadığı halde annesinin işlediği suçtan dolayı cezaevinde dünyaya gözlerini açan 4 yaşında bir çocukla tanıştım. Onun yüksek duvarlar arasında tel örgülerle kaplı demir parmaklıklardan minik ellerini çıkarıp el salladığı an hala gözümün önünde. Beni çok etkilemişti. Hayatın içerisinde bazen diğer insanların nasıl yaşadığı ne şartlarda hayatını sürdürdüğü unutuluyor. İşte foto muhabirliği bu hayatlara yakından tanıklık ederek o hayatları hatırlatıyor, hatta bazen çektiği güçlü bir fotoğraf karesi ile o hayatlara dokunma potansiyeline sahiptir.

İSMAİL COŞKUN KİMDİR?

İsmail Coşkun, 1990 yılında Adana’da doğdu. 2012 yılında İhlas Haber Ajansı’nda basın fotoğrafçılığına başladı. Gezi Parkı olayları sırasında çektiği fotoğrafı ile dünya medyasının ilgisini çekti. Özellikle son yıllarda Türkiye gündemine damga vuran olaylarda çektiği fotoğrafları dünyanın en saygın medya kuruluşlarında kapak fotoğrafı olarak kullanıldı. Coşkun, Suriye ve Irak başta olmak üzere iç savaşların yaşandığı ülkelerde de gündemin nabzını tuttu. İnsan konulu foto röportajlarını sürdüren Coşkun, hala İhlas Haber Ajansı’nda foto muhabiri olarak görevine devam ediyor.