UĞUR KAVAS’LA FOTOĞRAF ÜZERİNE

Röportaj: Cengiz Oğuz GÜMRÜKCÜ 

Fotoğraf merakı nasıl başladı?

954 Ankara doğumlu, ömrü boyunca Ankara dışında yaşamamış bir Ankara sevdalısı fotoğrafçı 1976 yılında Devlet Halk Dansları Topluluğu’nda oynuyordum. Ozan Sağdıç hocamız da o zaman Turizm Bakanlığının fo- toğrafçısıydı. Bizimle beraber seyahate geldi. Sovyetler Birliği’nde Moskova, Gürcistan ve Özbekistan’ı kapsayan 20 günlük bir turneydi. Orada Ozan abi bizim fotoğraflarımızı çekiyordu. Ben de ona öykündüm orada bizim fotoğrafla- rımızı çekerken. Leica’sını almış tıkır tıkır fotoğraf çekiyordu. “Hocam ben de başlamak istiyorum bu işe. Ne yapalım?” diye sordum. “Al kendine şuradan bir Zenit, burada ucuz, almışken bir de agrandisör al” dedi. Gittik bir arkadaşla çok ucuza bir Zenit, bir de çanta tipi bir agrandisör aldık. Döner dönmez arkadaşın kaldığı bekar evinde agrandisörü kurduk. Yıkama ve baskıyı öğrenene kadar yaktığımız film ve kartın haddi hesabı yoktur. Bilmiyoruz tabii. Sorsan cevap veren yok, hiç kimse anlatmıyor. Böyle böyle öğren- dik. 1977’nin başı diyebiliriz fotoğrafa başlayış tarihi olarak. Sonra 1982’de ABD’ye gittim 4 aylığına. Orada makineleri değiştirdik tabii. Nikon’a geçtim orada. Sonrasında hayat bize farklı yollar çizdi. Babamın şirketinde çalışıyordum. Babam vefat edince bir ucuyla basına girdim, önce bele- diye muhabiri, sonra da Başbakanlık muhabiri oldum. Böyle adım adım gitti.2007 yılında o zaman ki adıyla Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden emekli oldum.

Sizi bilenler bilirler, başta da dediğiniz gibi Ankara’ya büyük bir tutkunuz var. Bunun altında ne yatıyor?

Dediğim gibi 1954 Ankara doğumluyum ve Ankara’nın göbeğinde Yahudi Mahallesi’nde doğdum. Orada Sinagog’un yakınında dedemin evi durur hala. 6-7 yaşı- ma kadar Yahudi Mahallesinde, ondan sonra Bahçelievler ve sonrasında da halen oturduğum Küçükesat’a taşındık. Ankara tutkum da lisede okurken başladı. Atatürk Lisesi’nin Ankara Seymen grubu vardı. O ekiple bir Ankara sevdası başladı. Sonrasında 1971’de sahaf arkadaşlarla tanıştım. Onların sayesinde de koleksi- yonerlerle tanışma fırsatı buldum. Sorarlardı bana “Ne biriktiriyorsun?” diye. O zaman herkes gibi pul birikti- riyoruz tabii. “Ya bırak pulu mulu. Madem Ankara’nın yerlisisin Ankara ile ilgili bir şeyler biriktirmeye başla” dediler. O zaman Ankara kartpostalları biriktirmeye başladım. Kartpostallar giderek kitaplara, kitaplar giderek efemeralara dönüştü. Kitap sayısı o kadar çoğaldı ki, bu yüzden 600-700 civarında Ankara kitabımı Atılım Üniversitesi’ne bağışladım en sonunda. İşim gücüm Ankara oldu. Niye Ankara sorusu çok soruluyor. Belki başka bir yerde yaşasaydım, orası için de aynı şeyleri yapardım bilemiyorum. Ankara için genelde gri şehir derler. Ankara beş kez başkent olmuş bir kent. Üzerine geleni önce iter, sonra şehri tanımaya başlayıp, içinde kayboldukça sizi öyle bir sarıp sarmalar ki, bırakmaz. Büyük Atatürk’ün bu kentin bağrında yatması da, kenti sevmemin en büyük nedeni. Büyük kurtarıcı, “Ben Ankara’yı coğrafya kitaplarından değil, tarih kitaplarından öğrendim” diyor.

Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yeni kapanan “Ankara’dan Sahneler” serginiz gündemde. Bu sergiden söz edebilir miyiz?

1990’ların sonlarına doğru yayın merakı başlamıştı bende. Belediye muhabiri iken önce Türk basın tarihine merak saldım, onunla ilgili malzemeler topluyordum. İncelediğim Türk basın tarihi kitaplarında, basın fotoğrafçılarının yer almadığı dikkatimi çekti. Bu çalışma sonunda ortaya iki kitap çıktı ve basım aşamasına kadar 8 sene sürdü. Osmanlıdan 1960’a ve 1960’dan Günümüze. İlk cilde Kodak, ikinci cildin yarısına üyesi olduğum Türkiye Foto Muhabirleri Derneği destek verdi. Ama ikinci cildin güncellenmesi şart. Benim yaptığım bölüm 2009’un sonunda kaldı. O tarihten günümüze kadar hem dünyada hem Türkiye’de neler olup neler bitti? Bu dönemde özellikle Türk Basın fotoğrafçılarının başarıları çok fazla. O dönemde Orhan Koloğlu ve Hıfzı Topuz hocalarım kitaplar için çok yardımcı olup, yol gösterdiler. Buradan Orhan Koloğlu hocama rahmet, Hıfzı hocama da sağlıklar diliyorum. Bu kitapları yaparken başvurmadığım gazete, başvurmadığım fotoğraf editörü kalmadı ama hiçbirinden de cevap gelmedi. Sadece Anadolu Ajansı’ndan ve Hürriyet’ten dönüş oldu. Anadolu Ajansı’ndan o zamanki Fotoğraf Haberleri müdürü Abdurrahman Antakyalı destek oldu. Uzun lafın kısası, Basın fotoğrafçılığı kitaplarından sonra, Ankara’da yapılmamışlar üzerine çalışmaya başladım. Biri binaların tarihi üzerineydi. Bu binalarda acaba ne yaşanmışlıklar oldu? Atış Poligonu ve Paraşüt Kulesi örnektir. Paraşüt Kulesi özgün yapısıyla, dünyada iki tane var ve ikisi de Türkiye’de. Muazzam bir hazine ve millet bilmeden önünden geçiyor. Sonra Abdulhamit’in Yıldız Albümleri. 900 den fazla albüm var ve Ankara ile ilgili bir çalışma yapılmamış. Kafa yordum, dört sene Yıldız Albümleriyle uğraştım. Başbakanlık Basın Yayın sponsor oldu ve bunun kitabını yaptık. Sonra şansımız yaver gitti Foto Osman Darcan’ın tüm arşivi bana geldi. Hem Ankara’nın en ünlü portre fotoğrafçısı, hem Opera-Baleyi ve Devlet Tiyatrolarını çeken adam. O öldükten sonra Ozan abi (Sağdıç) çekmeye başlamış. Bir Ankara fotoğrafçısı olan Osman Darcan’ın hem kitabını, hem de büyük bir sergisini yaptık. Aile sponsor oldu. Yayınlarımda yerini alan Ankara’da kızılötesi fotoğraf sergisini önce Resul Baştuğ arkadaşımla ben yaptım, ancak albümünü tek olarak bastırdım. Kızılötesi filmle yapılan çalışmaydı.. Ondan sonra Kodak filmlerini getirmeye başladı. Sonra ikinci kızılötesi albüm yayımlandı, bu kez sayısal olarak çekimler yer aldı.Şu anda kızılötesi konusunda albümü olan sadece iki kişi var, biri Reha Akçakaya biri de ben. Çok çeken var ama albümü olan yok. Sorunun cevabı uzadı sadede gelemedim ama, 2000’li yılların başlarında yine Ankara ile uğraşırken bir konu da Ankara’da çevrilen filmlerdi. Önce Rusların 1934’de yaptığı “Türkiye’nin Kalbi Ankara” ile başladım. Onu araştırırken filmin kurgusunun yanlış olduğunu anladık. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Cumhurbaşkanlığı’nın web sitesine bu filmi koydular. Ben Başbakanlık muhabiri olarak hemen gittim Cumhurbaşkanlığı’na. Filmin kopyasını bana verdiler. İşten anlayan bir abimize götürdük, seyredince “Bunun kurgusu tamamen yanlış” dedi. Başta olması gereken yer sonda, sonda olması gereken yer baştaydı. Ne yapalım? İstanbul’a götürüp filmi yeniden kurgulayalım dedik ve kurguyu tamamladık. “Ankara, Kara Kalpaklı Kent” diye İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (Suna ve İnan Kıraç’ın) bir kitap yaptı, o kitabın arkasında da filmi DVD olarak yeni kurgulanmış haliyle verdi. Ben 1930’lu yılların bütün gazetelerini taradım. Gazeteleri tararken diyoruz ki 1. Sahne İnönü’nün konuşmasıyla başlıyor, 2. Sahne ise şöyle.. O sırada Perinçek’in oğlu Rusya’da eğitim görüyordu. Oranın arşivinde bulmuş, doğru kurgulu halini aldık. Film şüphesiz tam süreli değil ama en azından doğru kurgulanmış. Bu benim için bir başlangıç noktası oldu. Artık, Ankara’da çevrilen filmler, belgeseller diziler tamamen kendimi verdiğim çalışma konumdu. Bu arada Osman Darcan’ın kitabını yaparken, kendisinin tamamı Ankara’da çekilen ilk sinema filmi “ Kaderin Mahkumları”nın kameramanı olduğunu öğrendik. Filmin bütün lobi fotoğrafları oğlundan bana geldi. O zaman hızlandık tabii. Yıl 2015. Bununla ilgili kitabı 2019’da FİYAB’ın desteğiyle çıkardık. O kitapta 46 film vardı. Bu sene Ankara Büyükşehir Belediyesi kitabın ikinci baskısını yaptı, onda da 52 film var. Ama ucu açık, çünkü hala devam ediyor. Yeni filmler, belgeseller çevrildikçe, dosyaya eklenecek.

Peki sergiye ilgi nasıldı?

Sergi 1-18 Ekim 2021 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açıldı. Kısa sürdü ama ilgi umduğumdan daha fazla oldu. Sergi herhalde İzmir ve Eskişehir’e gidecek gibi. Serginin düzenlenmesine katkı veren Çankaya Belediyesi’ne bir kez daha teşekkür ediyorum senin kanalınla. Çankaya Belediyesi sergi kataloğu da çıkardı ayrıca.

Biraz da son kitabınız Gaybi’den söz edelim. Burhan Agah Özak’ın hikayesi size nasıl ulaştı?

O da Osman Darcan’ın çok yakın arkadaşı imiş. Başta değindiğim gibi, 2015’de Darcan’la ilgili büyük bir sergi ve kitabı yapmıştık. Çok yakın arkadaşı olunca Burhan beyin oğlu (daha tanışmıyoruz o zaman) “Keşke bir de baba- mın kitabını yapsanız” dedi. Ben sordum tabii, “Babanız kimdi?” diye. “Burhan Agah Özak, pulların, Milli Piyango biletlerinin tasarımını yapan adam” dedi. Hiç duymadığımız bir adam. Sonrasında oğlu elindeki malzemeleri getirip koyunca önümüze tamam onu da yapalım dedik. Bu da Ankara kitabı sayılabilir. Çünkü rahmetli Burhan bey, 1934’de Ankara’ya gelmiş 1999 yılına kadar 65 yıl sadece Ankara’da sanatsal faaliyetlerini sürdürmüş. Pul çizimleri, Etibank’ın bütün reklamları. Ayrıca usta grafiker İhap Hulusi ile sıkı dostmuş ve Milli Piyango biletlerinin bir bölümünde paslaşmışlar.

Hepimiz bir şekilde İhap Hulusi’yi tanırken Burhan bey’i neden tanımıyoruz?

Biraz içine kapanık bir ustaymış. Kendini satmayı bilmeyen ustalardan biri diyelim. Bizde de çoktur ya hani, çok iş yapar ama kendini satmayı bilemez. O da ayrı bir meziyet.Onlardan biri..

Konuşmamızın başından beri yazdığınız kitapları sıralıyorsunuz. Kitap yazma ya da bir konuyu kitaplaştırma sürecinden söz edelim istiyorum. Nasıl bir çalışma programınız var bu kitaplar için? Örneğin Osman Darcan bitince peşinden Gaybi’ye geçiyoruz. Gaybi’yi çalışırken peşinden başka bir şey mi geliyor?

Çalışma sistemim biraz farklı. Aynı anda ilgi duyduğum konular dosyalanıyor. Malzemeler geldikçe, dosyasına gidiyor. Hangisi daha olgunlaşırsa o devreye giriyor. Yoksa, çok üretken olduğum anlamı çıkarılmasın. Birisi iki baskı yapan on kitap oldu. Bir de sıralamaya koymadığım, üç arkadaşımla birlikte yaptığımız Çizgiler albümü var. Almanya Mannheim’da 1995 yılında sergisi açılıp, dört ay kaldı v.s…

Peki sırada bekleyen kaç kitap var?

Bir fotoğrafçının icatları, sonra da Ankara Erkek kıyafetleri ve diğer bölgelerle benzerlikler.

Gerçekten meşakkatli bir süreç. Sonra final ? Biraz fotoğrafa döneyim diyorum. Sen de yaptın bu işi bilirsin, bu yayın işleri çok zor. Ustalara danıştım. Bunun yol haritası nedir diye. “Önce, ilgilendiğin konu ile ilgili literatürü tarayacaksın, sonra kurum ya da kişisel arşivlere bakacaksın, o da yetmez, o devre tanıklık etmiş yaşlı insanları bulup sözlü tarih çalışması gerekecek. Ancak o bayağı sıkıntılı bir iş. Sorduğun soruyu, bir hafta sonra aynı kişilere sorduğunda farklı cevaplar alabilirsin. En doğrusu, dönemin gazetelerini taramak.” dediler

Kurum arşivleri, dernek arşivleri maalesef üzerinde titizlik gösterilmemiş kaynaklar. Aradığını bulmak, hele ki bu ülke de çok zor. Profesyonel araştırmacı olsan, her kapı açılır. Çünkü arkanda bir kurum, bir holding yer alır. Ama benim gibi amatör araştırmacı isen, yüzüne kapılar kapanır, her şeye katlanır durursun. Yapılacak çok şey var. Ben önce yerel, sonra ulusal, en sonra da uluslararası üçlemeyi sa- vunanlardanım. Sanatın hangi dalı ile uğraşırsanız uğraşın, önce yaşadığınız kente borcunuzu ödemek zorundasınız. O yüzden yaşadığım kente bağlıyım ve elimden geldiğince kentle ilgili şeyler üzerinde yoğunlaşıyorum.

Bu arada, babalarının çekip, geriye yadigar bıraktıkları fotoğrafların arşivlerini koruyanlara selam olsun. Ama, burada isim vermiyorum. Bir devre adını kazımış foto muhabirlerinin arşivleri yayın haline dönüşmeyi ve görsel tarihin izleyiciye aktarılmasını bekliyor.

Tabii ki bu da kitap yazmanın ne kadar zorlu bir iş olduğunu gösteriyor. Peki tekrar dönecek olursak, Burhan Agah Özak kitabını nasıl çıkardınız?

Onun da finansal bölümünü, Darcan kitabında olduğu gibi aile karşıladı. Eski Bakanlardan Faruk Nafiz Özak Bey, Bur- han Agah Özak’ın yeğeniydi, o destek verdi. Kitap, epey kalabalık olan aileye dağıtıldı tabii. Kala kala elimizde 100 kitap kaldı. Onu da sanırım başarılı ve fakir öğrenciler yararına satmak üzere bir imza günü yapacağız. Bu kitaplar piyasada yok zaten, satılmıyor.

Bunlar özel baskılar tabii. Herhangi bir yayınevinden çıkmıyor değil mi?

Evet, özel baskılar. Herhangi bir yayınevinden çıkmıyor.

Peki, o zaman bu güzel ev sahipliğiniz ve verdiğiniz güzel bilgiler için teşekkür ederiz.

Değerli kardeşim, dergide bana yer verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim. TFMD’nin bir dönem yönetiminde ben de görev aldım, dergiye de bir dönem emeğim geçti. Senin gibi genç arkadaşlara nöbeti devrettik. Sana ve tüm yönetime başarılar diliyorum. Sağlıkla yaşayın.