MUHABİRLİK DE KAMERAMANLIĞI DAHA ÇOK SEVDİM

CNN Türk Kameramanı Ertan Ezen, “Bir hikâyenin parçası olmak güzel bir duygu. Ama gördüğünüz ve görüntülediğiniz bazı olayların izleri ağırdır, ömrünüz boyu silinmez” diyor.

Meslekte 25 senesini tamamlayan CNN Türk haber kameramanı Ertan Ezen “İşini layıkıyla yapmaya çalışan bunun için de özveriyle çalışan bir meslek mensubuyum. Şu an anlatılan ve ileride de anlatılacak olan pek çok olay içerisinde bulundum” diyor. Ezen, meslekte ilk öğrendiği şeyin kablo toplamak olduğunu söyleyerek, “Muhabirlik de yaptım fakat kameramanlığı daha çok sevdim” ifadelerini kullanıyor. Ezen ile meslek hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Röportaj: Günsu ÖZMEN

Ertan Ezen kimdir? Mesleğe nasıl başladığınızı anlatabilir misiniz? 

1971 yılında İzmir’de doğdum. Liseye kadar öğrenimimi İzmir Karşıyaka’da tamamladım. 1991 yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazandım. Üniversitedeki kısa film ve belgesel atölyesinde kamera, montaj, ses kayıt cihazları ile ilgili teknik bilgileri öğrendim. Ama o zamanlarda gönlümde hep fotoğrafla uğraşmak vardı. Öğrenciyken EGE TV’de muhabir olarak çalışmaya başladım. Daha sonra CTV’de kamera asistanı olarak mesleğe adımımı attım. Meslekte ilk öğrendiğim şeyin kablo toplamak olduğunu söyleyebilirim. 1998 yılında mezun olduktan sonra CNN Televizyonu Ankara bürosunda haber kameramanı olarak çalışmaya başladım ve 23 senedir de CNN’de çalışıyorum.

KAMERAMANLIĞI DAHA ÇOK SEVDİM
Neden kameramanlığa yöneldiniz?

Okulun belgesel projesinde çalışmak için iki öğrenci seçilmişti. Ben fotoğraf çekiyordum, diğer arkadaşım da görüntülüyordu. Hocamız kameradaki arkadaşın görüntü kaçıracağını düşündüğü için etkinlik esnasında görevlerimizi değiştirdi. Onun fotoğrafı daha düzgün ve güzel yapacağını düşündü. Bana da kamerayı verdi ve orada başladığım işime 25 yıldır devam ediyorum. Muhabirlik de yaptım fakat kameramanlığı daha çok sevdiğim.

FOTOĞRAF BENİM İLK GÖZ AĞRIM

Fotoğraf merakınızdan bahseder misiniz?

Fotoğraf benim ilk göz ağrım. Fotoğraf çekmeye, görüntüyle uğraşmaya başlamadan önce başlamıştım. Kamera, fotoğraf makinesinin biraz daha cüsselisi aslında. Mesleğe başladığımda fotoğraf makinesiyle, kameranın yetenekleri ayrışıyordu. Şimdilerde fotoğraf makineleri de görüntü çekiyor. Renk, ışık, alan derinliği, ritim, form, ters ışık, altın oran gibi fotoğrafa lezzet ve değer katan pek çok bilgi görüntüyü daha güzel kılıyor. O yüzden hala pek çok süreli yayını, foto muhabirini, web sitesi ve sosyal medyayı takip ediyorum. Tüm bilgiye yetişemesem de öğrenebildiğim kadarını öğrenip mesleği daha güzel yapmaya çalışıyorum.

GÖRÜNTÜLEDİĞİNİZ BAZI OLAYLARIN İZLERİ AĞIRDIR

Deneyimli bir haber kameramanı olarak önemli olayları çok yakından takip ediyorsunuz. Tarihe tanıklık etmek sizce nasıl bir duygu?

Bana göre, işini layıkıyla yapmaya çalışan bunun için de öz veriyle çalışan bir meslek mensubuyum. Şu an anlatılan ve ileride de anlatılacak olan pek çok olay içerisinde bulundum. Bu tarih tanıklığı değil de kişisel tarihime not düşeceğim ve bunları gazeteci olmayı düşünen meraklı gençler ile çocuğuma anlatabileceğim, kendi gözümden hikâyeler. Bir hikâyenin parçası olmak güzel bir duygu. Ama gördüğünüz ve görüntülediğiniz bazı olayların izleri ağırdır, ömrünüz boyu silinmez.

Meslek hayatınızdaki dönüm noktası olduğunu düşündüğünüz çekiminiz oldu mu?

Bu mesleği seçmek hayatımdaki dönüm noktasıydı aslında. Mesleğimi başladığım günkü gibi yapmaya çalışıyorum. Eğer bir kariyerden bahsediyorsak kariyerimde hiçbir değişiklik olmadı. Ama bu meslek sayesinde pek çok ülke gördüm. Farklı arkadaşlıklar edindim. 2002 yılında CNN Türk ekibi olarak İsrail ve Filistin arasındaki çatışmaları izlemek için oradaydık. Gecemiz gündüzümüz birleşmiş görev yapıyorduk. O zamanlar görüntü çeken telefonlar, 4G cihazları olmadığı için iki kişi de yayın yapabilmek için gerekli ekipmandan sorumluydu. Öyle ufak tefek şeyler değil. Uplink dediğimiz bir minibüs dolusu ekipman. O zaman Filistin Kurtuluş Örgütünün başındaki lider Yaser Arafat. Batı Şeria’daki karargâhı da İsrail askerleri tarafından kuşatılmış durumdaydı. Biz de ekip olarak oradaki olayları aktarmak için karargâhın bahçesinden yayın yapıyoruz. Günler sonra Arafat’ın karargâhtan çıkacağını söylediler. Dünyanın her yerinden gazeteciler televizyoncular orada. Herkes günler sonra karargâhından çıkacak olan Yaser Arafat’ın ilk sözlerini merak ediyor. Bir anda telaş oldu. Herkes kameralarıyla yerlerini aldı. Kameraların durduğu yer kapıyı görmeyen bir yerdi. Hayal edilen o ki: Yaser Arafat karargâhından çıkacak, merdivenlerden inecek, bir halı üzerinden yürüyerek kameraların önüne gelip bir şeyler açıklayacak. Burada olduğumuz sürece gözlemlediğimiz şey Ortadoğu ülkelerinde bir haber yapmak için bazı zorlukların olduğu. Bunlardan biri itiş kakışa hazırlıklı olmaktı. Bu davranış şeklini kendi meslektaşlarımdan bildiğim için ekip arkadaşlarımızla kendimize kapıyı gören başka bir yerde sandalyelerle bir platform kurup beklemeye başladık. Dünya o çıkış görüntüsünü bizim yayınımızdan gördü ilk kez. Bu benim en gururlandığım anlardan biridir.

 

 

SOKAKLARDA GÖREV YAPMAYI TERCİH EDERİM

Çalışmaktan en çok keyif aldığınız alan var mı?

İş yoğunluğu nedeniyle olup biten bilimsel gelişmelerin tamamını takip edemiyorum. Ama bilimle uğraşan insanların haberlerini yapmaya, bilhassa Türkiye’de yapılan çalışmalara hayranlık duyuyorum. Bunun dışında içeride bir basın toplantısı yerine dışarıda, sokaklarda görev yapmayı tercih ederim.

Meslek Hastalığı” dediğimiz fiziksel ve ruhsal olarak yaşadığınız sıkıntılar sizce neden kaynaklanıyor?

Amerika veya Avrupa’daki haber ajansları ya da kanallarında çalışan basın mensuplarının görev dağılımı bellidir. Türkiye’de bütün iş kameramandadır. Işığını, sesini her şeyini kendin kontrol etmek zorundasın. Bunun değişebilmesi için meslek örgütlenmelerinin artması ve daha fazla kişinin bu mesleği yapmayı istemesi ve de buna talep olması lazım. Ama işin fiziksel yükünden daha ziyade işimizin öznesi insan ve onların hikâyeleri olunca duygusal olarak yoruluyor insan.

2013 yılında meslektaşlarınızla birlikte çevre duyarlılığını ve mesleki dayanışmayı artırmak için Ağrı Dağı’na tırmandınız. Bu Medyatrek grubu nasıl oluştu?

Milliyet gazetesi Foto Muhabiri Yavuz Özden, CNN Türk Muhabiri Murat Pazarbaşı, Kanal D Kameramanı Bayram Şahin ve benim düşüncemizden çıktı. Hepimiz doğayı ve işimizi seviyoruz. Durum böyle olunca ‘bu iki sevgimizi nasıl birleştirebiliriz, bununla ilgili bir belgesel yapabilir miyiz?’ diye başladığımız konuşmamıza Ağrı Dağı’nda karar kıldık. Zaman zaman zor koşularda ve yoğun tempoyla çalışıyoruz. Fakat birbirimizle alanlarda geçirdiğimiz zamanı, mesai saatleri dışında geçiremediğimiz için mesleğin bir simülasyonunu yaratmak, hem de iş dışında da paylaşım yapmak için böyle bir grup kurduk. Dört kişi olarak başladığımız bu faaliyetleri, farklı kurumlardan farklı arkadaşlarımızla her sene 3-4 kez gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu faaliyetleri yaparken gazeteciliğin gerektirdiği sosyal sorumluluk projelerimizi de yapıyoruz.

3100 ÖĞRENCİYE ULAŞTIK

Bu grup kaç yıldır dağlara tırmanıyor? Bugüne kadar nerelere tırmandınız?

Medyatrek ekibi olarak ilk Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’na tırmandık. 2013 yılından beri de faaliyetlerimiz devam ediyor. Bugüne kadar da Erciyes Dağı, Emler, Eznevit, Karasay, Süphan, Kazbek ve Lahitkaya’ya tırmandık. Bu tırmanışlarımıza bugüne kadar farklı kurumlardan 150 ye yakın basın mensubunu dâhil ettik. Sosyal sorumluluk faaliyetinde de 3 bin 100 öğrenciye ulaştık.

Kameraman ve gazeteci olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?

Öncelikle rahat edeyim, üşümeyeyim, yorulmayayım, üstüm kirlenmesin, aç kalmayım diyenler varsa bu işi seçmesinler. Onun dışında görüntü, fotoğraf, yayıncılık ve bunları işleyen teknolojiler çok hızlı gelişiyor. Ben mesleğe başladığım zaman internet yoktu mesela. Bu teknolojiyi takip etmek için aynı zamanda da ufuklarını açmak için okumak, yayın takip etmek çok önemli. Aynı zamanda film izlemek, kent meydanlarında gözlem yapmak, farklı meslek gruplarından farklı insanlarla iletişim kurmak da mesleki ve kişisel gelişimimiz için önemli buluyorum.