Murat ÖZCAN

KAMERA ARKASINDA GEÇEN 30 YIL

RÖPORTAJ: Hamza ŞAHİN

Gazetecilik ilginç bir meslektir, haber için dünyanın öbür ucuna gidersin ama eve gidecek dolmuş paran olmaz cebinde… Milyonlarca işçinin hakları için fotoğraf çekersin, yazı yazarsın da sıra kendine geldi mi güvencesiz çalışmayı göze alırsın, dibini ışıtamayan mum misali…

Candan Murat Özcan, bu mesleğin emekçilerinden, duayenlerinden … Fotoğraf makinesiyle başladığı mesleğine kamera ile devam eden, 30 yılı aşan meslek yaşamında hep kamera arkasında “en iyi”nin peşinde koşan bir isim. 1995 yılında haber için gittiği Mamak Çöplüğü’nde çektiği fazladan kareler, meslek yaşamının da yönünü belirlemiş. Murat Özcan’la 30 yıllık meslek yaşamını konuştuk.

“Çöplükte Yaşam” senin ilk seri fotoğraf  çalışman değil mi?

Siyah Beyaz Gazetesi’nde  çalışırken Mamak Çöplüğü’ne gitmiştim.  Aslında haber fotoğrafı için gittim oraya.  Ama inanılmaz etkilendim oradaki  atmosferden ve haber için gerekenden biraz fazla çalıştım. AFSAD’da Alper Fidaner var o gördü ve “müthiş fotoğraflar bunlar, deli misin bunları bassana” dedi.  Bir ara basarım falan dedim. O fotoğrafları beş yıl sonra bastım. Aslında 95’te çekmiştim. Ben böyle bir adamımdır,  çekerim, çekmeceye atarım sonra hatırlarım, şunları basayım derim. 2000 yılında Pamukbank fotoğraf galerisi kurulmuştu Türkiye’nin ilk özel fotoğraf galerisiydi ve benim portfolyom orada ödül aldı, “Çöplükte Yaşam” serisi. Bir konsepte oturtup çektiğin şeyi hikaye edip seri fotoğraflar çekmeye de ondan sonra başladım.

Foto Röportaj o dönem çok da bilinmiyordu herhalde…

O döneme kadar çok bilmiyorduk biz tek tek bağımsız bir sürü fotoğraf çekiyorduk ama dünyanın her yerinde makbul olan şeyin bu olduğunu sonradan öğrendim, yani bir konu belirliyorsun,  o konu etrafında çalışıyorsun ve ondan bir bütün çıkarıyorsun. “Çöplükte Yaşam” benim ilk çalışmam  oldu.  Tabi başka projeler de yaptım, bit pazarında öyle bir seri yaptım, Kardemir’deki işçilerin hayatı,  fotoğrafçılık hep böyle bir yandan sürdü yani bir yerde çalışmasam da fotoğrafçı olarak bir şeyler üretmeye devam ettim.

FOTOĞRAFTAN, KAMERA ARKASINA

Belgeselciliğiniz için neler söylersiniz?

Hem belgeselcilik,  hem fotoğraf devam etti. Şimdi saymadım ama 100’ün üzerinde belgeselde imzam vardır. Belgesel çalışmalarım devam ediyor. Moğolistan’a gittim geçen yıl, Dukha Türkleri’ni çekmek için. Şaman Türkler var; Moğolistan Çin sınırında, onların hayatını çekmek için bir keşif gezisi  yaptık. Keşif için gittik ama yinede epey çekim yaptık. Önümüzdeki ay tekrar gidiyorum  bu sefer çekmek üzere gidiyoruz. Orada ne olduğunu önce öğrendik,  şimdi belgeseli çekmek üzere gidiyorum.

 

Belgesellerin ardından sinema geldi sanırım…

Sinemada kendim de bir iki işe imza attım yönetmen olarak. “Mustafa” ve ” Mar” filmlerinden sonra Atalay Taşdiken ile “Arama moturu”,  diye bir film çektik. Atalay Taşdiken’in yönettiği bu film, çok farklı bir sinema dili olan, bir köy filmiydi. Filmin özelliği hiç oyuncu olmamasıydı. Hepsi o köyde yaşayan insanlardı.  Oyuncu olmadıkları için sen şurada kes şurada başla deme şansın olmadığı için kayda bir girdin miydi bütün sahneyi çekmek zorundasın. O yüzden  filmi 3 kamerayla çektik ve çok enteresan bir film oldu. Benim çok sevdiğim bir filmdir her izleyişimde de keyif alırım. O film ile Antalya’da Altın Portakal Film Festivali’nde  “en iyi görüntü yönetmeni” adaylığımız oldu.  Sinemaya bu filmle girmiş oldum görüntü yönetmeni olarak.  Geçen yıl  “Ayaz” isimli bir film çektim henüz vizyona girmedi. Bu yıl da “Ölü Ekmeği” filmi.  Böyle devam ediyor, bir yandan belgesel, bir yandan sinema, ikisi üzerinden devam ediyoruz yani.

 

ÖZLÜK HAKLARI ÇOK ÖNEMLİ

Basında çalışanların temel sorunu özlük hakları. Sen de mağdurlardansın değil mi?

İnsan gençken tamam mı kendine konduramıyor. Mesela ben gençken emeklilik falan öyle bir şey düşünmezdim. Günaydın’da üç buçuk yıllık bütün emeğim çöpe gitti. Sigorta girişi bile yok. Sonra oradan Aktüel dergisine başladım kadro sözüyle gittim bir yıl çalıştım yine kadroyu yapmadılar ve oradan da onun yüzünden ayrıldım.

Siyah beyaz Gazetesi’ne gittin orası yaptı mı?

Orasını emin değilim,  asgari ücretten belki yatırdılar. Ben ne zaman farkına vardım? Komedya Prodüksiyon,  Can Dündar’ın bürosu,  orada on beş yıl çalıştım en çok orada çalıştım. Ben o güne kadar hani aldığım maaştan başka bir şeye bakmadım. Sigortamızı yatırıyorlar mı diye hiç kontrol yapmadım. Gençken öyle oluyor çünkü.  Günüm dolduğunda emeklilik için başvurmaya gittiğimde bununla karşı karşıya geldim. Sonra bir baktım bana 803 lira maaş bağladılar 803 lira emekli maaşı. İnanamadım,  “Bu nasıl olur” diye kontrol edince 15 yıl çalıştığım kurumda asgari ücretten yatırılmış sigortam. Şurada burada bir sürü arkadaşım var yani hepsinden çok çalıştım sahada ama şu geldiğimiz noktada dönüp baktığımız zaman, ben şimdi anlıyorum o özlük hakları denilen şeyin ne kadar önemli olduğunu. Düzenlemelerle 1300 lira oldu maaşım şu an. Her zaman basın kötüydü o zaman da insan emeğine saygı  yoktu sömürüyordu,  şimdi de öyle.

Ama insanlar Can Dündar’dan böyle bir şey beklemez değil mi?

Tabi beklemez, ben de beklemezdim. Çalışırken bunları düşünmüyorsunuz, konduramıyorsunuz. Emek üzerinden, hak hukuk diyen adamların da ne yaptığını yaşayarak öğrendik. Sadece, filanca gazete, filanca kanalı anlarsınız, en ucuz şekilde çalıştırmak ister seni ama hak hukuk diyenler yapınca!

 

“50’SİNDEN SONRA ATA BİNDİM”

Bir anını bizimle paylaşır mısın?

Gazeteciliğe yeni başladığımız yıllarda. Zonguldak Yeni Çeltek’de grizu patlaması olmuştu. Günaydın’da çalışıyordum. Gittik Yeni Çeltek’e, o zamanlar tabi siyah beyaz çekiyoruz, hemen banyosunu yapıyoruz ya da orada bir fotoğrafçı bulursak, renkli negatif  film çekiyoruz, 18X24 fotoğrafa bastırıyoruz,  tele foto diye bir alet var onu telefona bağlıyoruz, 45 dakika tambur dönüyor, dönüyor, fotoğraf karşıya gidiyor. 45 dakika sonunda da muhtemelen şöyle bir ses geliyor telefonun ucundan; “olmadı abi, çizgi çıktı bir daha gönder.” Hayatımız şöyle geçiyor; O filmi, yıkamak, yıkattırmak, göndermek, olmadı bir daha göndermek. Haberden çok bununla uğraşıyoruz. Hiç unutmuyorum: Ahmet Utlu, Sezen Aksu’nun eski eşi. Elinde bir makine, bu dijital makine dediler.  İthal, ilk Ahmet’in fotoğrafları yayınlanmıştı gazetelerde, çünkü dijital bir fotoğraf makinesi olduğu için o hepimizden önce geçmişti fotoğraflarını. Ahmet’in kullandığı makine 1,5 mega pikseldi ve bu 1,5 mega piksellik makineye, gazete 40 bin dolar ödemişti.

Ben daha önceden madene inip bir maden çalışması yapmıştım seri olarak. Maden kazasında ölen işçilerin yakınları beni çok etkilemişti. Ama dijital kameranın görüntüleri çok berbattı. Filmle kıyasladığında çöp yani… Ama haber söz konusu olduğunda, hız söz konusu olduğunda, o kötü görüntüye 40 bin doları vermişti gazete.

Film ve belgesellerden var mı bir anektod?

Ben” Mustafa” filmi için epey yer gezdim. O’nun gittiği her yere gitmiş oldum, çok heyecan vericiydi. Belgesel ve filmler sayesinde çok yer gördüm. En son Moğolistan çekimleri, gittiğimiz güzergah dünyanın en zor yolculuklarından biriymiş. Sagannur Köyü, Çin sınırına yakın… At binmeyi bilmem ama, oraya gidene kadar ata binmek zorunda olduğumuzu bilmiyorduk. 8 saatlik uçak yolculuğunun ardından 1300 kilometrelik kara yolumuz vardı. Bir iki günde gideriz dedik. Bir jeep verdiler. Bin kilometre tek şeritli yoldan gittikten sonra 300 kilometre hiç yol yok. Tarlalardan, derelerden geçmek zorundasın.  Kimi yerde sabahı bekledik, suyun derinliğini görebilmek için. Belli bir noktaya geldik, “Bundan sonrasını atlarla gideceğiz” dediler.  Ben ata binmesini bilmiyorum.  O ata binmek zorundasın, geri de dönemiyorsun 1300 kilometre yol gitmişsin, kalmış  50 kilometre, bindik ata. 5 saat kesintisiz bir at yolculuğu oldu. Bu yaştan sonra ata binmeyi öğrendim yani. Giderken bir Moğol eşlik etti bana, atın ipinin ucundan o tutmuştu ama dönerken artık binmeyi öğrenmiştim. Hatta atı şöyle biraz koşturayım dedim, herkes telaşlandı atın beni alıp götürdüğünü sandılar. 50 küsur yaşından sonra mecburen ata binmeyi öğrendim.

Candan Murat Özcan Kimdir?

1966, Elmadağ Ankara doğumlu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon mezunu. 1988-1995 yılları arasında Günaydın, Hürriyet, Sabah gibi çeşitli ulusal gazete ve dergilerde foto muhabirliği yaptı. 1995-2009 arasında bağımsız bir prodüksiyon ajansında belgesel film kameramanı ve görüntü yönetmeni olarak çalıştı,şu anda fotoğrafçı ve görüntü yönetmeni olarak serbest çalışıyor. Evli ve iki çocuk babasıdır.

BELGESELLER ( Görüntü Yönetmeni ve Kameraman Olarak): Aynalar  (1996), Yükselen Bir Deniz (1998), İsmet Paşa (1999), Zaten Tiyatro Dediğin Nedir ki?(2000), 4. Nesil (2000), Atatürk’ün Bankası (2000), Köy  Enstitüleri (2000), Halef (2001), Fenerbahçe (2002), Nazım Hikmet (2002), O Gün (2002-2003), Bir Yaşam İksiri Nejat Eczacıbaşı (2003), Karaoğlan: Bir Ecevit Belgeseli (2003-2004), Önce İnsan (2004), Yüzyılın Aşkları (2004), Garip: Neşet Ertaş Belgeseli (2005), İlk Durak (2005), Yetiştik Çünkü Biz: Mülkiye Belgeseli (2006), Çalıkuşları: Notre Dame De Sion’un Çocukları (2006), Yürüyen Köşk (2006), Kefen Bayraklı Kale: Gaziantep (2006), İbrahim Bodur (2007), Liderler: Devlet Bahçeli, Deniz Baykal, R.Tayyip Erdoğan, Mehmet Ağar (2007), Yolcu: Said Nursi Belgeseli (2007), Metin Erksan’ın Tutkusu (2010), İstanbul’da Üç Gün (2010), Kadim Medeniyetin Ortak Kentleri (2011), Ankara (2012),  Son Halife (2012), İstanbul Unveiled (2012), Aşık Veysel (2013),  Nuri Demirağ (2013), Akif (2013), Gavur Mahallesi (2014), Bez Bebek 1915 (2015), Teşkilat-ı Mahsusa (2016), 28 Şubat (2016), Ah Yalan Dünyada (2016), Bırakın Çocuk Oynasın(2017), İki Komutan Bir Vatan (2018), Tayga’nın Ruhu (2018)

KISA FİLM (GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ): Yaşasın Çocuklar (1990) 3. Ankara Film Festivali Jüri Özel Ödülü, Sinemaya Sevgiyle (1992) (16mm) Calling the Minstrel (2009), Arakhne (2010)

YÖNETMENLİĞİNİ YAPTIĞI BELGESELLER:  Abdallığın Binasını Sorarsan (Hacı Mehmet Duranoğlu ile birlikte) (2008) 45. Altın Portakal Film Festivali En İyi Belgesel Adayı,  İyi ki Doğdum (Hacı Mehmet Duranoğlu ile birlikte) (2008)

SİNEMA FİLMİ (Görüntü Yönetmeni): Mustafa (2008), Mar (2010) 13. Frankfurt Türk Filmleri Festivali En İyi Görüntü Yönetmeni,

Arama Moturu (2015) Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Görüntü Yönetmeni Adayı, Ayaz (2017), Ölü Ekmeği (2018)