“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.” Kemal Atatürk

HAŞHAŞ’IN HİKAYESİ

Henüz 21. Yüzyıla yeni adım atmıştık. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde birlikte fotoğraf dersleri verdiğimiz dostum, ağabeyim, rahmetli Merter Oral ile 2001 yılının yazında, onun fikri olan, haşhaşın hikayesini anlatan bir fotoğraf belgeseli yapmaya karar verdik. Tez canlılıkla hemen Afyonkarahisar’a yola koyulduk. Yola çıkmadan önce Bolvadin Alkoloid fabrikasını (haşhaşları tıbbi morfine dönüştüren kamu kuruluşu) arayarak projemizi anlattık ve yardımlarını istedik. Ziraat Mühendisi Celal Büyükekşi bize çok yardım etti. Hem misafirhanelerini kullanmamıza izin Verdi, hem fabrikanın tarlalarında, hem de çevre köylerde kurduğu bağlantılarla bizim rahatça fotoğraf çekebilmemiz için çeşitli olanaklar sağladı.

3 DOLARA ALIN TERİ…

Nihayet haşhaş tarlalarındaydık. Çok güzel manzaralı tarlaların arasında fotoğraf çekerek gezerken bir şey dikkatimi çekti. Bütün işçiler kadındı. Afyon ve özellikle Bolvadin ilçesi oldukça muhafazakar bölgelerdir. Tarlada çalışan kadınların fotoğraflarını çekerken, ilk başta onlar da biz de rahatsız oluyorduk. Alkoloid fabrikasındaki dostlarımızın aracılığı olmasa, bu proje de mümkün olamazdı. Sabah sekizden akşam altıya kadar, Temmuz güneşi altında kuruyan haşhaş kapsüllerini toplayan kadınlar, o gün için kahya ve servis ücreti çıkınca, net sekiz saatlik ağır iş karşılığında, günde sadece 3 Amerikan doları ücret alıyorlardı. Aynı dönemde, Amerika’da en basit iş olan hamburgercide çalışma karşılığında saatlik net 5 dolar ücret alınırdı. Klimalı ortamda saatte 5 dolar, 40 derece sıcağın altında günde 3 dolar!!! Aslında o gün için, evlere gündelik temizliğe giden kadınlar da ortalama 10 dolar kazanıyorlardı. Ama kocaları başkalarının evinde çalışmaya izin vermediği için, kadınlar kendilerine ve çocuklarına bir şeyler alabilmek için bu çileye katlanıyorlardı. Onların deyişiyle, akmasa da damlıyordu.

10 YILLIK ÇALIŞMA

Haşhaşın hikayesini anlatmaya gittiğimiz Bolvadin’de bana göre çok daha büyük bir proje ile karşılaşmıştım. Her zaman insan hikayesi, diğer tüm hikayelerden daha önemli ve ilgi çekicidir. Bu nedenle, Merter hoca ile farklı yönlere ayrılarak, ben objektifimi evde, tarlada, köyde, merada çalışan kadınlara yöneltmeye başladım. Bolvadin gibi muhafazakar bir yerde, bir erkek olarak kadınların fotoğrafını çekmek de pek kolay olmadı. Her çekim yaptığım 3-4 günün sonunda, beni tatlı sert bir uyarı ile Eskişehir’e geri gönderiyorlardı. Bir kaç ay sonra geri dönüp tekrar 3-4 gün çekim yapabiliyordum. Böylece projeyi belirli bir noktaya ulaştırıp, bir kitap haline getirebilmem on yılımı aldı.

ANADOLU’DA KADIN OLMAK…

Sabah sekizden akşam altıya kadar tarlalarda çalışan kadınlar, eve döndüklerinde soluklanmak bir yana, otlaktan hayvanları geri getirip onları sağmak, bahçeyi sulamak, akşam yemeği hazırlamak, çocuklarla ilgilenmek, çucukların ödevlerine yardım etmek, makinesiz bir şekilde bulaşık çamaşır yıkamak, odun fırınında ekmek yapmak, çay demlemek ve servis yapmak, çocukları yıkamak ve ertesi gün okula hazırlamak, yarının yemeklerini hazırlamak gibi bir güne sığmayacak işlerle başetmek zorundalar. Şehir yaşamının tersine Anadolu’da kadın olmak demek, bir evin tüm yükünü üstlenmek, ama hiç bir konuda söz sahibi olamamak demek. Irgat gibi çalışmanın anlamını ben Afyon’da bu kadınların yaşamını görünce anladım.

KADINA YÜKLENEN AĞIR YÜK: YAŞAM

Kadınlar insanüstü bir çabayla çalışırken, insan doğal olarak erkeklerin ne yaptığını düşünüyor. Biraz sorup gözlemleyince, erkeklerin başkasının tarlasında çalışmadığını, ev, bahçe ve hayvan bakımı gibi işlerle ilgilenmediğini, gün boyunca genellikle kahvede oturup, oyun oynayıp, çay içtiğini öğreniyoruz . Kendi tarlalarının hasatını ve sonrasında, ürünlerin satılması gibi işlerle ilgilenirlermiş. Ama erkeklerin kesinlikle evde, hiç işlere yardım etmeden, hizmet bekleyen taraf olduğu kesin. Düzen yanlış bir şekilde böyle kurulmuş, Anadolu’nun tüm kırsal bölgelerinde de böyle devam ediyor. Yaşam Anadolu kadınının sırtına yüklenmiş, kadınlar döndürüyor devranı. Ev hanımlığı ağır bir iş derler ya, Anadolu kadını, zor koşullar altında, erkeklerinden kat kat fazla çalışarak bu tanımın içini dolduruyor. Evlerde çamaşır, bulaşık makinesi yok, bazı evlerde akan su yok. Taşıma su ile tüm bu işler yapılıyor, ya da köy çeşmesinde çamaşırlar yıkanıyor. Erkekler hep ataerkil toplumlarda, paşa oğlum diye sevilir, şımartılır, hiç iş yaptırılmaz ve öğretilmez ya. Kadınlar da tam tersine bu paşa oğullara hizmet etmek için bu dünyaya gelmiş gibidir. Yedisinden yetmişine, bütün kadınların hayata gelme nedenleri, erkeklere hizmet etmek, onlar ve onların aileleri için çalışmak ve onları rahat ettirmektir.

ANADOLU’DA GELİNİN TANIMI

Anadolu’daki gelinlik tanımı da böyledir. Anadolu’da gençler evlenmezler. Gelin alınır. Erkeğin ailesine hizmet etmek, tarlada, bahçede çalıştırmak için gelin alınır. Küçük yaşlarda gelin olan kızlar, daha hayatın ne anlama geldiğini anlayamadan, çalışmaya hizmet etmeye başlar, hayatları böyle geçer gider. Anadolu kadını omuzlarındaki bu ağır yüke rağmen, çocuklarını sevgiyle büyütür, eşlerine sevgiyle bakarlar. Evlerinin, kocalarının, çocuklarının, yaşlılarının, hayvanlarının, bahçelerinin, tarlalarının yüklerini sırtlarına vurmuş; hiç söylenmeden, gülen yüzleriyle, esprileriyle, şarkıları, türküleriyle hayatlarını ve hayatlarımızı devam ettirmeye uğraşıyorlar. Çocuk yetiştirmek geleceği şekillendirmektir. Çocukları yetiştiren anneler, bir toplumun geleceğini belirler. Gezdiğim gördüğüm köylerde, kadınlar üstlendikleri onca işe rağmen, çocuklarına sevgi ve şefkatle yaklaşarak, onların gelecekte iyi birer birey olmaları için de ellerinden geleni yapıyorlar. Atatürk’ün de dediği gibi kadınlar ne kadar gelişirse, toplumumuz da o kadar ileri gidecektir.