Sökmen BAYKARA

66 YILDIR GÖZÜ VİZÖRDE 

RÖPORTAJ: Cenk ÖZEL

Foto Muhabiri Dergisi için, Türkiye Foto Muhabirleri Derneğimizin kurucularından Usta Foto Muhabiri ve meslek duayenimiz Sökmen Baykara ile bir araya geldik. Birbirinden güzel fotoğraflar çektiği evinin balkonunda sohbet ettik… Fotoğraf makinesiyle ilk tanışmasını, en sevdiği fotoğrafını, dönüm noktalarını ve foto muhabirliğini konuştuk….

1 Kasım 1936’da dünyaya gelen Sökmen Ağabeyin fotoğraf makinesi ile tanışması 1952 yılında başlıyor. Babasının görevi nedeniyle bulundukları Niğde’de Foto Kamer’den aldığı Folklander marka körüklü bir fotoğraf makinesi ile başladığı serüveninde Baykara, tam 66 yıldır gözünü vizörden ayırmıyor.

O meşhur ‘Sökmen’in Balkonu’nda gerçekleştirdiğimiz söyleşiye, fotoğraf makinesiyle tanışmasını anlatarak başlıyor Sökmen abi…

Babam görevi dolayısıyla 1952 senesinde Antalya’dan Niğde’ye tayin oldu. Niğde’de o zamanlar Foto Kamer diye tanınan biri vardı. Foto Kamer’de bizim bir aile dostumuzun kardeşiydi. Kendisiyle tanışmamızdan bir süre sonra bana bir fotoğraf makinesi verdi. Folklander marka körüklü bir makineydi. İçine 8 adet film alan bu makinenin en yüksek enstantane değeri de 125’di. Fotoğraf makinesini elime aldıktan sonra lisedeki arkadaşlarımın portrelerini, Niğde’nin dağlarını, doğal güzelliklerini ve doğan ayın fotoğraflarını çekmeye başladım… Fotoğraf çekmek henüz 16 yaşında beni kendisine bağlamıştı…

 Gazeteciliğe nasıl başladığını da şöyle anlatıyor Sökmen Baykara:

Fotoğraf makinesini elime almamın üzerinden üç yıl geçmişti. Babam o dönem İzmir’de görevliydi. Yazın annem ve babamın İzmir’de olmadığı sırada onların haberi olmadan Ege İskelesi’nden bindim vapura İstanbul’a gittim. Burada özel bir okula kaydımı yaptırdım. 7 ay ailemin haberi olmadan orada eğitime devam ettim.   Bir gün Yeni İstanbul Gazetesi’nde çalışan bir arkadaşımla karşılaştım. Bana gazeteye muhabirler arandığını, çalışıp çalışmayacağımı sordu. Ben çalışabileceğimi söyledim ve gazeteye görüşmeye gittim.  O dönemde Yeni İstanbul Gazetesi’nde Mehmet Biber ve Ara Güler gibi çok önemli isimler görev yapıyordu. Görüşmeden sonra stajyer muhabir olarak göreve başladım. Gündüzleri saat 1’e kadar okuluma gidiyor geri kalan zamanımı gazetede geçiriyordum. Gazeteden kazandığım parayla da hem okul parasını ödüyor hem de İstanbul’da yaşıyordum. İki sene bu şekilde çalıştım. Daha sonra kadroya geçerek tam zamanlı olarak çalışmamı sürdürdüm. Askerden döndükten sonra 1964 yılında Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Bölgesi’nde çalışmaya başladım. Emekli olduğum 1992 yılına kadar da burada görev aldım.

Fotoğraf çekmeye hiçbir zaman ara vermedim. Yani fotoğraf çekmekten emekli olmadım.  Bence foto muhabirliğinin yaşı yok ve olmaması lazım. Bugün hala balkonumdan çektiğim fotoğraflar ajanslar tarafından yayınlanıyor. Gazetelerde yer alıyor. Bu benim hoşuma giden bir durum. Kendimi emekli gibi hissetmiyorum.

 

PORTRE FOTOĞRAF VAZGEÇİLMEZİ…

Portre fotoğraflarına her zaman farklı bir ilgisi olduğunu söyleyen Sökmen Ağabey, bu ilgisinin sebebinin de çocukluk yıllarında geçirdiği trafik kazası olduğunu söylüyor;

Çocukluk yıllarımın belli bir kısmını yine babamın görevi dolayısıyla Antalya’da geçirdik. Daha ortaokul yaşlarında bir arkadaşım ile motosiklet kiralamıştık. Kiraladığımız motor ile Antalya’nın Aksu ilçesinde biraz fazla sürat yapınca ciddi bir kaza geçirdik. Hastaneye ulaştığımda ilk önce benim öldüğümü düşünerek morga kaldırıyorlar. O zamanki morglar şimdiki gibi değil tabi ki. Üzerimize bir gazete örtüp cenaze sahibinin alması bekleniyor.

Morga kaldırıldıktan sonra o sırada orada olan görevlilerden biri parmağımı hareket ettirdiğimi görüyor ve büyük bir korku ile bunu doktorlara söylüyor. Böylelikle yaşadığımı anlıyorlar ve doktorlar kalbime takviye iğnesi yapıyorlar. Bu müdahaleden 22 gün sonra sağ tarafım felçli uyanmıştım kendime gelmişim. O kazadan bu yana sağ kulağım halen tam olarak duymuyor.

Kulağımdaki bu rahatsızlık denge problemi yaşamama sebep olmuştu. Bunu Ankara’da bir muayenede öğrenmiştim. Dengemi sağlamak için ilk olarak Niğde’de güreşe başladım. Babamın İzmir’e tayini çıkmasıyla da güreşe burada devam ettim. İzmir’de güreş hocam Muharrem Cantaş olmuştu. Kendisi Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu bir sporcuydu. İzmir Güreş İhtisas Kulübü’nde grekoromen güreşerek liseler arası şampiyonluklar elde ettim.

Güreş yaparak dengemi sağlamamın ardından reflekslerimi hızlandırmak için de eskrim sporuna başladım. Eskrimde de Ege Bölge Şampiyonu olarak Türkiye Şampiyonalarına katılma fırsatı buldum. Kulağımın duymamasının yarattığı denge kaybını bunlarla kapatmaya çalıştım.

Bu kulak rahatsızlığımdan dolayı konuşurken hep insanların yüzüne bakarım ve konuştuklarını duymasam bile dudaklarını okuyup mimiklerinden anlamaya çalışırım. İşte bu özellik de benim portre fotoğraflarına olan düşkünlüğümün en önemli sebebi oldu. Yüzdeki ifade ve mimikleri böyle çok yakından takip ettiğim için artık bir portre çekerken en iyi hali yakalamak için saatlerce beklerdim.  Bunun için hiç üşenmem.

 

SAİD NURSİ’Yİ İLK GÖRÜNTÜLEYEN FOTO MUHABİRİ…

 Gazeteciliğinin çömezlik yıllarında hayatının en önemli fotoğraflarından birini çektiğini söyleyen Sökmen Ağabey, meşhur Said Nursi fotoğrafını nasıl çektiğini o anı yeniden yaşayarak aktarıyor:

1960 yılında İstanbul’a çok ünlü birinin geldiğini söylediler. Bu kişinin fotoğrafının çekilmesini istediler. Ben o dönem kim olduğunu bilmiyorum. Daha sonra bu kişinin Said Nursi yani Nur Cemaati’nin lideri olduğunu öğrendim. İstanbul’da Pierre Loti Oteli’nde kalıyordu. Ben çömez bir gazeteci olarak o dönem çok tecrübeli gazetecilerin arasında Nursi’nin fotoğrafını çekmek için O’nu takip ediyordum. Ancak korumalarından falan fırsat bulup o fotoğrafı çekmek çok zordu.

Pierre Loti Oteli’nde Said Nursi’nin 28 numaralı odada kaldığını öğrendim. 29 numaralı odada Nursi’nin korumaları bulunuyordu. 30 ve 31 numaralı odalarda ise farklı müşteriler kalıyordu.  Bu dört odanın hepsi tek bir balkona bağlanıyordu. Nursi’nin fotoğrafını çekmek için o odalarda kalan kişilerle konuşarak balkona çıkmayı düşündüm ve harekete geçtim. Nursi’nin odasının iki yanında bulunan ve ortak balkona açılan 30 numaralı odanın kapısını çaldım. Burada bir karı koca karşıma çıktı. İlk önce izin vermek istemeseler de onları razı ederek izin aldım ve balkona çıktım. Balkona çıktıktan sonra yerden yavaş hareketlerle Said Nursi’nin odasına kadar ilerledim. Tam 28 numaralı kapının önüne geldiğimde Said Nursi’nin namaz kıldığını gördüm. Biraz çaprazda kaldığı için tam açıyı yakalamak için daha da yaklaşmaya karar verdim. Bu sırada yerde duran bir leğene çarptım. Büyük bir gürültü çıkardım. Çıkan sesten sonra korumaları bir anda kapıları açarak pencerenin önünde benim olduğumu gördüler. Fotoğraf çekmemi engellemek için hızlı bir şekilde Said Nursi’nin kapısının önüne geldiler. O sırada bende fotoğrafı çekmekten vazgeçmiş gibi yaparak hızlı bir hareketle tekrar Nursi’nin kapısına doğru hareket ettim. O zamanlar Rikon Flex bir fotoğraf makinam vardı. Arka arkaya iki kez deklanşöre bastım. Birinde Nursi secdedeyken diğerinde de elini kaldırdığı pozlarını çektim. Henüz 22-23 yaşlarımda böyle bir fotoğrafı nasıl çektiğime, o dönemin tecrübeli ağabeylerinin çoğu inanamamıştı… O fotoğraf yıllarca konuşulan bir an olmuştu.

Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutan birçok fotoğrafa imza atan usta foto muhabiri, tanık olduğu olayların kendi üzerinde farklı etkiler yarattığını söylüyor…

Gazeteci olarak, 27 Mayıs 1960 Darbesi, Yassı Ada Mahkemeleri, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı gibi pek çok olaya şahitlik ettim. Yassı Ada Mahkemeleri’nde görev aldığım kartımı hala saklarım. Kıbrıs Harekatı zamanında bir savaş hali vardı. Oldukça zor anlara şahit olduk. Ayrıca bir döneme imzasını atan siyasetçilerin çoğu ile yakın çalışma şansı buldum. İnönü, Demirel, Ecevit gibi isimlerin hepsini takip ettim. Hepsinin ayrı bir güzelliği ve zorluğu oldu. Hepsi farklı izler ve anılar bıraktı yaşantımda…

Gazetecilik yıllarında çektiği en sevdiği fotoğrafını sorduğumuzda en başa Said Nursi’nin fotoğrafını koyuyor duayen foto muhabiri…

En sevdiğim fotoğrafım Said Nursi’yi çektiğim fotoğraf. Çünkü o fotoğraf yayınlandığı dönemde çok büyük bir etki yaratmıştı. Fotoğrafı çekerken yaşadığım hikaye de buna eklenince o fotoğraf benim en sevdiğim fotoğrafım oldu. O fotoğrafın bendeki yeri çok farklı…

 

FOTOĞRAF İÇİN  BALKONDA YAŞIYOR ADETA…

Gökyüzü merakının çok eskiden geldiğini söyleyen Sökmen Baykara, o meşhur Sökmen’in Balkonu’ndan çektiği fotoğrafları da şöyle anlatıyor Foto Muhabiri Dergisi’ne…

Gökyüzü olaylarını çekmeyi çok seviyorum. Ben bu balkonda ay, güneş ve gökyüzü ile arkadaş oldum. Bazen gece boyunca uyumuyor fotoğrafın en güzel halini bekliyorum.  Güneş ve ay fotoğrafları çekerken internetten onların doğuş ve batış saatlerini takip ediyorum. Ne zaman Antalya’nın Falezleri üzerinde olacağını, ne zaman Torosların arkasından batacağını hesap etmeye çalışıyorum.  Yağmurlu ve yıldırımlı havalarda balkonun camlarını açıp yıldırım fotoğrafları çekmek için bekliyorum.  Evde olduğum zamanların birçoğunu fotoğraf çekmek için balkonda geçiriyorum.

Baykara, yakın zamanda kaybettiğimiz Ara Güler’in kendisi için neler ifade ettiğini de su sözlerle dile getiriyor;

Benim için çok büyük bir foto muhabiri ve saygı duyduğum bir insandı. Bana da o zamanlar Ara Güler’den sonra Sökmen Baykara diyorlardı. Bundan çok büyük gurur duydum. Ara Güler gerçekten büyük insan. Ara Güler fotoğrafçı mı foto muhabirimi diye konuşuluyor. Benim için de fotoğraf sanatçısı diye söyleyenler oluyor. Ben fotoğraf sanatçısı değilim. Ben gazete fotoğrafçısıyım. Foto muhabiriyim.  Fotoğraf sanatçısı olmak isterim. Bu çok yüksek bir şeydir. Ben kendim fotoğraf sanatçısı olamadım. Ama Ara Güler foto muhabirliğinin yanında fotoğraf sanatçısı da olmayı başarabilmiş bu ülkenin en büyük değerlerinden birisidir…

Son olarak sözlerini şöyle bitiriyor Büyük Usta…

Hayatta hiç gösterişim olmadı. Özel hayatımda da mesleğimde de. Hep güzel şeyler düşündüm hayatta. Hayatı olduğu gibi kabul eden bir yapım var. Mesleğim bana çok fazla anı, dost ve güzel zamanlar kazandırdı. Bunları bile kazandırmasından dolayı gazeteci, foto muhabiri olduğum için hep memnun oldum…